Aöf Dersleri Özetleri - Çıkmış Sorular - Sınav Soruları

AÖF Ders Özetleri Uygulamasına Hoş Geldiniz,Uygulamadan tam anlamıyla faydalanmak için üye olunuz.

Final Toplumsal Tabakalaşma ve Eşitsizlik Final Ders Özeti


admin

Administrator
Yönetici
Admin
#1
TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE EŞİTSİZLİK

Ünite 6: Vatandaşlık, Eşitsizlik ve Toplumsal Tabakalaşma


*VATANDAŞLIK, genel olarak bir siyasal ve coğrafi topluluğa bir üyelik biçimi olarak tanımlanmaktadır. Modern anlamda vatandaşlık yasal olarak üyelerin haklarının ve sorumluluklarının inşa edildiği ve ulus devletle onun üyeleri arasındaki ilişkileri tanımlayan normatif beklentiler seti ve bu beklentilerin hayata geçmesi durumudur.

* Vatandaşlığın üç kurucu unsuru göze çarpmaktadır: • Yasal statü ve haklar, • Topluma siyasal veya diğer katılım biçimleri ve • Ait olma duygusu.

*Antik Yunan’da vatandaşlık, kadınları, köleleri ve yabancıları dışarıda bırakmakla birlikte, hür ve servet sahibi erkeklerin kamusal yaşama sırası geldiğinde yöneten ve yönetilen olarak katılması anlamına gelmekteydi.

*Modern vatandaşlığın ortaya çıkışındaki esas itici güç Fransız Devrimi’dir.

*Vatandaşlık ilk kez Solon Kanunları ile tarih sahnesine çıkar.

*Ulus-devlete dayalı modern vatandaşlığın temel amaçlarından biri, soya veya kabileye dayalı bağlılıkları, birey esaslı vatandaşlığa dönüştürmektir.

*Modern vatandaşlık, öncelikle, hukuki anlamda bireyin devletle olan ilişkisini belirleyen bir mensubiyet statüsü olarak ele alınmaktadır ve bu anlayış vatandaşlığın toplumsal içeriğini görmezden gelmektedir.

*Modern demokratik devletlerde vatandaşlığın ikili bir yapısı vardır: • Birincisi, siyasal topluluğun kendi kendini yönetmesine bireyin dâhil edilmesini işaret etmektedir. • İkincisi, vatandaşlık, hem kültürel pratiklerle hem de teritoryal sınırla tanımlanan özel bir ulusal gruba ait olmak anlamına gelmektedir.

*Kant’ın yazılarında aktif yurttaş, halkın yasa koyma iradesini dile getiren, halkın birleşmiş iradesinin bir unsurudur.

*Marshall’a göre, medeni, siyasi ve toplumsal haklar vatandaşlığın üç boyutunu oluşturur: • Vatandaşlığın medeni/kişisel (civil) boyutu, kişi haklarıyla ilgilidir ve hukuk devletinin kurumlarında somutlanmıştır. • Vatandaşlığın siyasi katılım haklarıyla ilgili olan ‘siyasi’ boyutu ise temsili kurumlar hâlinde somutlanır. • 20. yüzyılda refah devletinde gelişen sosyal haklar, (sosyal güvenlik, sağlık, eğitim vb.) toplumsal uygarlığa tam olarak katılmak ve var olan yaşam standartlarına uygun yaşamak ilkesi etrafında vatandaşlığın “toplumsal” boyutunu oluşturmuştur.



*Lister (1998) şu iki formülasyon arasında ayrım yapmayı önermektedir: • Vatandaş olmak ve • Vatandaş olarak eylemek.

-Vatandaş olmak sosyolojik manada sosyal ve siyasal katılım ve özne olmak için gerekli hakların kullanılması anlamındadır.

-Vatandaş olarak eylemek veya davranmak ise bu statünün tam kapasite ile kullanılmasına işaret etmektedir



*Refah devleti bağlamında genişleyen vatandaşlık ile liberal demokrasinin birbirleriyle çelişkilerini ön plana alarak evrimsel bir yaklaşımla kuramsallaştıran, T. H. Marshall olmuştur.

*Göçmenler göç ettikleri toplumda hiçbir zaman kabul görmeyeceklerine inanırlarsa vatandaşlığın resmî söyleminden kopuş yaşarlar ve kendilerini ayrı bir siyasal topluluğa ait hissederler veya onunla özdeşleşirler. Mesela, göçmenliğin statüsünü ulus-aşırılaşmanın (transnationalism) ışığında anlamaya çalışan Glick-Schiller and Fouron (2001) bu durumu, “uzaktan milliyetçilik” (long distance nationalism) olarak adlandırmaktadır.

*Ulus-devlet içinde vatandaşların hiyerarşisi şöyle sıralanabilir
• Tam vatandaşlar,
• İkamet edenler ve misafir işçiler,
• Sığınmacılar ve mülteciler,
• Kaçak göçmenler,
• Yerli insanlar,
• Kadınlar



KISA NOTLAR



*Vatandaşlığın üç temel unsuru Statü – Katılım – Mensubiyet dir

*Antik Yunan’da yurttaş olabilmenin koşulu özgür, servet sahibi ve erkek olmaktı

*Modern vatandaşlık fikri Jean-Jacques Rousseau – Fransız Devrimi yle ortaya çıkmıştır.

*Marshall’a göre 18. yy’dan 20. yy’a evrim geçiren vatandaşlık haklarının sıralaması Medeni – Siyasal – Sosyal

*“Tabakalı Vatandaşlık” tezinin sahibi David Lockwood dır

*Vatandaşlığın liberal tanımı, Nira YuvalDavis’in de bütün vatandaşları esas olarak benzer görür ve sınıf, etnisite, cinsiyet vd. farklılıklarını ve eşitsizlikleri dikkate almaz.

*Bireylere hukuki ve siyasal hakların verilmesi ve bu kavramların vatandaşlık tanımına içerilmeleri ancak 19. Yüzyıl sonundan itibaren gerçekleşmiştir

*Marshall’ın vatandaşlık kuramına yaptığı en büyük katkı ; Siyasal eşitlikle ekonomik eşitsizlik arasındaki gerilimin sosyal devletle giderilebileceğini öngörmesidir.

*Vatandaşlığın İngiltere örneğini izleyerek evrimci bir bakış açısıyla medeni haklardan sosyal haklara doğru geliştiğini iddia eden kuramcı Marshall dır.

*Bir kişinin yasal statüsünü gösteren vatandaşlık ile bu toplumsal üyelikten doğan hakların kullanılması veya uygulanması anlamına gelen vatandaşlık ayrımını anlatan ikili Resmi ve Gerçek Vatandaşlık tır

*Vatandaşlık pratiği, ulusal siyasi toplulukların sınırlarıyla çevrili olmalıdır. Ulus-aşkı ya da küresel vatandaşlık biçimleri yaratmak hevesinde olanların sahici bir vatandaşlık için gerekli şartları anlamaktan uzak olduğunu düşünen David Miller dir



*Bir siyasal topluluğun aynı zamanda kültür, dil, âdetler ve karakter bakımından türdeş özellikler göstermesi gerekliliğine işaret eden kavram Ulusallık tır

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE EŞİTSİZLİK

Ünite 7: Toplumsal Eşitsizlikler, Sınıf ve Yoksulluk



*Toplumsal sınıf ;Daha çok kapitalist sistemin ve piyasa ekonomisinin neden olduğu sınıfsal eşitsizlikler olarak tanımlanmaktadır.

*Yoksulluğun ürerim ilişkilerinden tüketim ilişkilerine kaymasıyla toplumsal dışlanma, toplumsal sınıf perspektifinin yerine geçmiştir

*Yoksulluğu toplumsal eşitsizlikler içinden anlaşılmasını sağlayan yaklaşımlar şöyle sıralanabilir: • Ölçmeye çalışan yaklaşım, • Görece yoksulluk kavramına uygun olarak yoksulluk ve toplumsal sınıf ilişkisini ele alan yaklaşım, • Yoksulluğun toplumsal sistemin ve yapının doğasının sonucu olması yaklaşımı (Marksist)

*Ölçme yaklaşımına göre yoksulluk; Mutlak yoksulluk kavramına uygun bir biçimde yoksulluk ve eşitsizlik ilişkisini iş ve iş süreçlerindeki konum, işsizlik, gelir yetersizliği, gelir dağılımı içindeki konumu, barınma, alt yapı ve beslenme olanaklarına insanca yaşam koşullarında erişememe krıterleriyle açıklar

* Görece yoksulluk kavramına uygun olarak ele alınan yaklaşım yoksulluğun kişilerin benliğinde yarattığı olumsuz etkileri kişilerin benliğinin tüketim süreçlerindeki dışlanmışlıktan nasıl etkilendiğini; kültürel olarak yoksulluğa verilen anlamları; yoksullukla baş etme stratejilerini, yoksulluk kültürünü geliştirdikleri ve bu kültürel varoluşun yoksulluğu yeniden ürettiği düşüncesini ele alır

*Marksist yaklaşıma göre yoksulluk, sistemi ve yapının doğasının bir sonucudur. Sermayenin emeğin üretkenliğini sürekli arttırma eğilimi ve isteği yoksulluğa neden olmaktadır

*Sermayenin emek piyasası dışında oluşturduğu yedek işgücü ordusunun iki boyutu vardır: • Mutlak artık nüfus, • Görece artık nüfus.

*Mutlak artık nüfus ; Geleneksel üretim tarzlarının daha etkili ve makineye dayalı teknolojilerle yer değiştirdiği ve dönüştürüldüğü ekonomilerde ortaya çıkar.

*Görece artık nüfus ; Olgunlaşmış ve gelişmiş kapitalist yapılarda, makinenin ve yüksek teknolojinin giderek daha çok üretim sürecini belirlediği ve emeğin işbirliğini bozduğu ekonomilerde ortaya çıkar.

*İnsani Gelişme Endeksi ; Bu ölçüm, çocuklarda beslenme oranları, çocuklarda ölüm oranları, toplumsal cinsiyet bazında gelişmeler, kaliteli suya erişim oranları ve benzeri insani gelişmeye ilişkin ölçütleri ele almaktadır.

*Rowntree tarafından yoksulluk sınırı şöyle hesaplanmıştır. İki yetişkin ve üç çocuktan oluşan bir aile için standart diyeti sağlayacak minimum haftalık geliri hesaplamıştır. Daha sonra minimum barınma ve giyim gereksinimleri de eklemiştir.

*Rowntree’ye göre yoksulluk sınırının bir ileriki aşaması açlık sınırıdır.

*Açlık sınırı, ailenin standart diyeti bile karşılayacak durumda olmamasıdır.

*Kalori miktarından ziyade yiyeceklerin besin değerini hesaplayan yoksulluk literatürde mutlak yoksulluk olarak tanımlanmaktadır

*Göreceli yoksulluk; Bir toplumda geçerli ve geleneksel olarak o toplumda belli bir zamanda toplum üyeleri tarafından kabul edilmiş yaşam standardına göreceli olarak belirlenir.

*Yoksulluk sınırı ölçümlerinde en çok kullanılan ölçüt, günlük 1 dolar ve altında geçinen kişilerdir. Yoksulluk sınırı ve oranı Türkiye’de ilk kez 2002 Hanehalkı Bütçe Anketi ile açıklanmıştır.

*Türkiye’ye ilişkin çarpıcı tespitler şunlardır: • Kırsal yerlerde yaşayanların yoksulluk riski, kentlerde yaşayanlardan fazladır. • Hanehalkı büyüklüğü arttıkça yoksulluk riski artmaktadır. • Eğitim durumu yükseldikçe yoksul olma riski azalmaktadır.

*Yoksulluğun fiziksel yaşamı zorlamasının yanında; • Yoksunluk ve • Yalıtılmışlık da yoksulluğun ayırt edici özelliklerindendir.

*Yoksulluğun tanımlanmasında önemli referans noktası yurttaşlık haklarıdır ve bu haklar Marshall tarafından şekillendirilmiştir.

* Yurttaşlık hakları; • Sivil, • Siyasi ve • Sosyal haklar şeklinde kategorize edilebilir.

*Sivil haklar; kişilerin konuşma, düşünme ve inanç, hukuktan yararlanma, mülkiyet haklarına sahip olma ve antlaşmalar yapabilme özgürlüklerini tanımlar.

*Siyasi haklar; siyasi erk’e katılma, seçme-seçilme haklarını ifade eder.

*Siyasal haklardaki kazanımlar 19. yüzyılda herkese eşit oy hakkı ilkesinin yasal olarak kabul edilmesiyle gerçekleşmiştir

*Sosyal haklar; refah devletiyle gündeme gelen, ulusal düzeyde zorunlu eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerin herkese eşit olarak ulaştırılması yanında toplumda geçerli olan standartlara uygun medeni ve kaliteli bir yaşam hakkının kuşaklarca aktarılmasını ifade eder.

*Bir toplum üyelerinin o toplumdaki eşitsizlikler içindeki konumları; • Toplumsal işbölümü, üretim süreçleri ve üretim ilişkileri içindeki konumları; • Siyaset içindeki konumları; • Toplumsal yapı ve kültürel oluşumlar içindeki aile ilişkileri, komşuluk, arkadaşlık, dayanışma biçimleri, inanç sistemleri deneyimleri ile • O toplumdaki haklar ve sorumluluklar sistemi içinde belirlenir

*Refah devleti; II. Dünya Savaşı’nın ardından 1970’lerin sonuna kadar benimsenen daha çok sosyal güvenlik mekanizmalarına dayanan politikalar demetidir.

*1990’larla birlikte neoliberal ve piyasa yanlısı yeni stratejiler belirlenmiştir. Devlet, piyasanın yeni kurumsal düzenlemesinde etkin bir işleyiş için gerekli yasal ve kurumsal düzenlemeleri yapacak ancak piyasanın işleyişine karışmayacaktır.

*Yönetişim kavramı ile Devlet, piyasa ve sivil toplum kuruluşları arasında bir tür koordinasyon görevi üstlenecektir.

*Muhafazakar bakış açısına sahip Lewis, yoksulluğu şöyle anlatmaktadır: Bu ailelerin yoksulluğu bir kader olarak gördüklerini, bunu kabullendiklerini, geleceğe yönelik bir planlama yapmadıklarını öngörmekte ve bu ailenin çocuklarının da yoksulluk kültürünü yeniden ürettiğine dair düşüncelerini anlatmaktadır

*Çalışan yoksul ;Ücretli işe katılmış olmak ancak yoksulluktan kurtulamamış olmaktır.

*Bauman’a göre yoksulluk ;Sadece yokluk ve bedensel tehlike anlamında değildir aynı zamanda sosyal ve psikolojik bir durumdur.

*Tüketim toplumu, zevk ve haz üzerinden toplumsallığı tanımlar.

*Bauman’ın vurguladığı yeni yoksulluk anlayışı :Yeni yoksulluk, tüketim toplumunda toplumda yaygın kabul gören ve gösterisel biçimde tüketemeyenin yoksulluğu olarak tanımlanmaktadır.

*Yoksulluk, 1990’da Dünya Bankası raporunda; Yoksulluğun tamamen kaldırılamayacağı, hafifletilebileceği ve hafifletebilmenin yollarının aranacağı bir tanımlama yapılmaya başlanmıştır.


KISA NOTLAR

*Şenses’e göre yoksulluğun nedenleri incelenirken; I. Büyüme-gelir dağılımı ve yoksulluk II. Demografik unsurlar III. İşgücü piyasaları IV. Dışsal etmenler V. Yapısal uyum programları ve kısa dönem devreden hareketler ve kamu harcamaları VI. Siyasal/sosyolojik unsurlar bakılır.

*Kadınların oy kullanma hakkının kazanılması Almanya için 1918, Amerika için 1920, İngiltere için 1928, Fransa için 1944, Türkiye için ise 1934’tür.

*Nüfusta eğitimsiz, kötü niyetli, çalışmak istemeyen ve bağımlı kişilerin artması ile yoksulluk da artar diyen kişi Malthus’tur.

*Tüketim ve yoksulluk arasındaki ilişkiyi içinde yaşadığımız toplumsal yapıda katı modernlikten daha esnek ve değişken bir moderniteye geçiş olarak ifade eden kişi Z. Bauman’ dır.

*O. Lewis, En alta düşen yoksulun yoksulluktan kendi başına çıkamayacağını, ancak yoksulluğun daha da nesiller boyu kronikleşerek devam edeceğini vurgular.

*Yoksulluk sınırı ilk olarak Rowntree tarafından, yaş ve cinsiyet farkına göre, tıbbi ölçütlerle hesaplanan, minimum kalori ihtiyacını karşılamak için gerekli besinler “standart diyeti” olarak oluşturulmuştur.

*Bazı insanların, kendi özellikleri, doğal koşullar veya savaş gibi insan eliyle yaratılan sorunlar nedeniyle, geçimlerini sağlamakta, hatta karınlarını doyurmakta güçlük çekmeleriyle ilgili bir olgu olan kavram YOKSULLUKtur.

*Yoksulluk ilk kez 18. yüzyılda İngiltere’de çıkarılan “yoksulluk yasaları” (Poor Laws) ile bir toplumsal sorun olarak gündeme gelmiş ve hep bireylerin var olma/yaşamın sürdürebilme sorunu olarak görülmüştür.

*Kişilerin konuşma, düşünme ve inanç, hukuktan yararlanma, mülkiyet haklarına sahip olma ve antlaşmalar yapabilme özgürlüklerini tanımlayan kavram Sivil haklardır.

*Sosyal haklar ancak 20.yüzyılda sosyal refah devletinin gündemine girebilmiştir

*“Siyasi erk’e katılma, seçme-seçilme haklarını” ifade eden ve bunlardaki kazanımları 19.yüzyılda “herkese eşit oy hakkı” ilkesinin yasal olarak kabul edilmesi ile gerçekleşen hakları ifade eden kavram Siyasi haklardır.

*Türkiye’de 2004 yılı verilerine göre %20‘lik dilimlerin en altında yer alan nüfus grubu milli gelirin yüzde 6.0’ını almaktadır

*Türkiye’de 2004 yılı verilerine göre %20‘lik dilimlerin en üstünde yer alan nüfus grubu milli gelirin yüzde 46.2 sini almaktadır.

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE EŞİTSİZLİK

Ünite 8: Yeni Toplumsal Hareketler ve Sınıfsal Eleştirileri


*Eski toplumsal hareketler :1960’lardaki toplumsal hareketler, siyasal iktidarı hedefleyen, ekonomik çıkar yörüngeli sınıfsal yapısı olan hareketlerdir ve eski toplumsal hareketler olarak adlandırılır.

*Yeni toplumsal hareketler ve bunlara yönelik kuramlar II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkmıştır

*Toplumsal hareketlerin ortaya çıkış biçimlerinin odak noktası, ekonomik ilişkilerdir

*Eski paradigma ve yeni paradigma aktörler yönünden ilgili farklılıklar şöyle sıralanabilir: • Eski paradigma: Grup olarak hareket eden, asıl olarak gelir dağılımı konusunda mücadele eden sosyo-ekonomik gruplar. Yeni paradigma: Grup gibi davranmayan, fakat belli konular etrafında bir araya gelmiş, topluluklar halinde hareket eden sosyo-ekonomik grupladır.

*Eski paradigma ve yeni paradigma konular yönünden ilgili farklılıklar şöyle sıralanabilir: • Eski paradigma: Ekonomik büyüme, gelir dağılımı, askeri ve toplumsal güvenlik, toplumsal kontrol. • Yeni paradigma: Barış, çevre, insan haklarının korunması.

*Eski paradigma ve yeni paradigma değerler yönünden ilgili farklılıklar şöyle sıralanabilir: • Eski paradigma: Özgürlük, tüketim güvenliği ve maddi ilerleme. • Yeni paradigma: Merkezi kontrolün karşısındaki kişisel özerklik ve kimlik.

*Eski paradigma ve yeni paradigma hareket şekilleri yönünden ilgili farklılıklar şöyle sıralanabilir: • Eski paradigma: • İçsel: Resmi örgütlenmeler, büyük ölçekli temsil birlikleri. • Dışsal: Çoğulcu ya da işbirlikçi çıkar aracılığı, siyasal parti rekabeti ve çoğunluk oyu. • Yeni paradigma: • İçsel: Enformasyon, düşük düzeyde dikey ve yatay farklılaşma. • Dışsal: Negatif terimlerle formüle edilmiş taleplere dayanan protesto politikaları.

*Johnston ve arkadaşlarına göre yeni toplumsal hareketlerin nitelikleri şöyle sıralanabilir: • Katılımcılar sosyal rolleri ile açık bir ilişki içerisindedir. Bu hareketlerin tabanı sınıfsal yapıyı aşarak gençlik, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ya da meslekler gibi farklı statüleri barındırmaktadır. • İdeolojik çerçevesi Marksist ideoloji anlayışıyla uyuşmuyor gibidir. • Ekonomik konulardan çok kültürel ve sembolik meseleler yoğun olarak şikayetlerin sebebini oluşturmaktadır. • Grup mücadelesinden ziyade bireysel hareketlerle ifade edilmektedir. • İnsan hayatının kişisel yönlerini yansıtmaktadır. • Devrimi hedeflemeyen, şiddet karşıtı ve sivil itaatsizlikle karakterize edilen yeni mobilizasyon modellerini kullanmaktadır. • Yeni toplumsal hareketlerin çoğalması Batı demokrasilerindeki katılım kanallarının güvenilirlik krizi ile ilgilidir. • Bölünmüş, dağınık ve ademi merkeziyetçi yapı sergilemektedir.

*Yeni toplumsal hareketlerin ortaya çıkışının nedenlerine ilişkin açıklamaların odaklandığı noktalar şöyle sıralanabilir: • Teknolojik gelişmelerin ve endüstriyel büyümenin yarattığı yen sorunlar. • Esnek üretime doğru gerçekleşen değişimler. • Yeni toplumsal çatışmalar. • Eğitimli yeni bir orta sınıfın gelişmesi.

*Offe, yeni ve eski toplumsal hareketler arasında ;Temalar, değerler, etkinlik biçimleri ve aktörler olarak farklılık olduğunu ileri sürer.

*Yeni toplumsal hareketler özellikle Feminist, ekoloji, nükleer karşıtı, barış hareketleri ve azınlık hareketlerini ifade etmek amacıyla kullanılmaktadır.

*Yeni toplumsal hareket amaçlarının evrensel olmadığını ortaklaşa olarak kabul etmişlerdir. Tikellik lehine evrensellik aleyhinedir.

*Yeni toplumsal hareketleri çokluk kavramıyla tarif eden Hardt ve Negri sınıf mücadelesi hakkında ;Siyasal aktivizmin, sınıf mücadelesinin ve devrimci örgütlenmenin kimi biçimlerinin işe yaramaz hale geldiğini belirtmektedir

*Postmarksist kuramcılar, 1989’daki çözülme süreciyle birlikte Marksist teorinin öncelik verdiği sınıf analizinin, kendi teorik ve eylem nesnesini ciddi bir biçimde sınırlandırdığını ve bundan vazgeçmesi gerektiğini savunmaktadırlar

*Postmarksizm: Laclau ve Mouffe’un öncülüğünde Postmodernizm ve Post-yapısalcılık gibi çağdaş kuramlardan etkilenerek, Marksizmin sınıf ve ekonomiye temel alan indirgemeci ve özcü yanlarını reddeden, Marksizmi liberal demokrasi ile uzlaştırmaya çalışan kuramsal bir yaklaşımdır.

*Foucault, Derrida, Deleuze ve Lacan gibi post yapısalcı düşünürler siyasal mücadeleler hakkında şöyle düşünürler. Siyasal alan kimlik, toplumsal cinsiyet, etnik olan ve böylece devam eden birçok farklı mücadele yönünde parçalara ayrılmıştır. Bundan böyle basitçe sınıf çatışmaları olarak anlaşılamazlar.

*Laclau ve Mouffe’un eleştirdiği sınıf özcülüğü ;Kapitalizm koşullarında, sanayi proletaryasının bütün toplumu temsil ettiği ve bu nedenle de toplumun devrimci yazgısını gerçekleştirebilecek yegane sınıf olduğu düşüncesidir.

*Ekonomik indirgemecilik; Marksizmde, kapitalist ekonominin tüm toplumsal ve siyasal olguları belirlediği düşüncesidir.

*Yeni toplumsal hareketlerde Sınıf kavramı yerini vatandaş, azınlık kimlikleri, özne konumları, farklı kimlikler ile tanımlanan ötekilere ve en sonunda tüketici bireylere bırakmıştır.

*Laclau ve Mouffe’ye göre yeni toplumsal hareketleri; Küreselleşme, bürokratikleşme, toplumsal hayatın metalaşması ve homojenleşme süreçleri ortaya çıkarmıştır.

*Radikal demokrasi : Bu proje, liberal demokratik ideolojiyi reddetmek yerine onu çoğul bir demokrasi doğrultusunda derinleştirme ve genişletme siyaseti olarak tanımlanabilir.

*Radikal demokrasi “özne” hakkında; Evrenselciliğin, özcülüğün ve özne mitinin terk edilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Farklı özne konumları temelinde oluşmuş antagonizmaların tanınması radikal demokrasinin teorisini oluşturmaya koşullandırır

*Radikal demokrasi kuramcılarında “dönüştürücü” özne ;Proletarya değil, belirsiz tekil öznelerdir.

*Radikal demokrasi siyaseti, geleneksel liberalizmden üç noktada daha da ileri gider: • Radikal demokrasinin çeşitlilik kavrayışı dıştaki çıkarlardan öteye öznellik ya da kimliğin ötesine iner ve siyasal davranıştan ziyade yaşam tarzlarının bütünlüğüne uzanır. • Bazı evrensel ve farklılaşmamış hak ilkelerinin tüm farklı kimlikler ve yaşam tarzlarını uyuşturabileceğini kabul etmemektedir. • Radikal demokrasi, kapitalizmin bütünleştirici özelliğini değil, post-modern toplumun benzersiz heterojenliği, çoğulcu ilkelerini gerektiren bir görüşe dayanır.

*“Demokratik devrimin derinleşme anı” ; Adalet ve eşitlik gibi kategorilerin liberal bağlamlarından çıkarılıp demokratik bir siyasal söyleme eklemlenmesiyle siyasal ideoloji yeniden formüle edilerek toplumsal çatışmalar genişleyecek ve siyasal öznelerin oluşumunun bağlamı ortaya çıkacaktır. İşte bu demokratik devrimin derinleşme anıdır.

*Radikal demokraside siyasetin amacın ;Toplumdaki mülkiyet ilişkilerine bağlı ekonomik ve toplumsal sömürü biçimlerini, devletin bu eşitsizliklerin kurulması ve sürdürülmesindeki rolü ve işlevini görmezden gelerek siyasetin amacını bir kimlik kurma mücadelesine indirgemektedir.

*Tartışmanın dışına iterek bütün bir tarihin ve yaşamın söylemsel olarak kurulduğunu iddia eden postmarksistlerin söylemi, tarih dışı, kuşatıcı ve her şeyi kurucu bir kategori varsaymaları özcü bir yaklaşım olarak eleştirilmektedir.

TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE EŞİTSİZLİK

Ünite 9: Sınıf ve Gelecek: Sosyal Sınıfa Yöneltilen Eleştiriler



*Sanayi sonrası toplum kuramları, bilginin toplumun servet üreten kaynağı hâline geldiği; mal üreten ekonomiden hizmet ekonomisine geçildiği; mesleki dağılımda ağırlığın kol emeğinden profesyonel ve teknik çalışmaya kaydığı; ve otomizasyon ile bilgisayarlaşmanın görüldüğü süreçler üzerinden tanımlanır. Bu tezler kapitalist sistemde yapısal bir değişim olduğunu ve kapitalist toplumu aşan bir gelişme yaşandığını öne sürer. Sanayi sonrası toplumlarda yaşanan dönüşümlerle birlikte, sınıfların ortadan kalktığı, önemsizleştiği, kolektif aidiyet biçimlerinin farklılaşıp kolektif bir öznenin varlık olanaklarının yok olduğu, işçi sınıfının dönüştürücü niteliğini kaybettiği ve sınıf analizlerinin geçerliliğini yitirdiği ileri sürülür.

*Kapitalizmdeki dönüşümleri sınıfsal bir boyutta ele alan Ernest Mandel, tüm bu gelişmeleri 1940’lı yıllarla birlikte yükselen üçüncü teknolojik devrime bağlar. Ona göre bu gelişmeler, bütün bilimlerin sermayenin hizmetine koşulduğu ve icadın bir iş hâline geldiği geç kapitalizm döneminin özelliklerindendir.

*Nispet, sınıf zemininin ortadan kalkması olarak şu gerekçeleri öne sürmekteydi: - Tüketim düzeyinin yükselmesi ve refah düzeyinin artması, - Hizmet sektörünün ortaya çıkışıyla mesleklerin herhangi bir sınıf yapısı içerisinde değerlendirilememesi, - Temsilî demokrasiyle güç dağılımında eşitlik sağlanması

*Profesyonel elitlerin oluşturduğu yeni sınıfın sermaye sınıfından çok daha etkin hale geldiğini iddia eden ve sınıf mücadelelerinde baş aktörün proletarya ve kapitalist sınıf olduğunu yadsıyan sosyolog Alvin W. Gouldner (1920-1980)dir.

*‘Orta sınıfın genişlemesiyle, sınıf temelli politikaların etkisini yitirdiğini, sosyal hareketliliğin işçi sınıfının alt tabakalarıyla orta sınıf arasında gerçekleştiğini ileri süren sosyolog Tom Bottomore dir.

*Enformasyon toplumu; Enformasyon devrimi fikri 1960’ların sonlarında ortaya çıkan sanayi sonrası toplum kavramından hemen sonra gelmiştir, Sermaye, emek gücünün yeteneklerini, becerilerini, bilgisini, tutkusunu, duygularını ve kapasitesini sistematik olarak işe tabi kılmaktadır. Ne sınıfların yok olduğu anlamına gelir ne de sermaye ve emek mücadelelerinden yalıtık, yapısalcı bakış açısıyla mutlak, çıkışsız bir süreci betimler. Bilişsel kapitalizm kavramıyla yakından ilişkilidir.

*İş güvencesizliğinin yanı sıra genel olarak kapitalist yaşam karşısında duyulan güvencesizlik hâllerini ifade eden kavram Prekaryadır.

*Karl Marx “her kapitalist açısından kendi işçileri dışında kalan bütün işçi sınıfının, tüketici olduğunu” söylerken Ücretli emek ve sermaye ilişkisine dikkat çekmektedir.

*TOFFLER Tarihi üç dalga açısından inceler. birinci dalgayı MÖ 8000 ile MS 1650-1750 arasındaki tarım dalgası; ikinci dalgayı, ‹kinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren kitlesel üretim ve sanayileşme dalgası ve belirsizlikler taşımakla birlikte üçüncü dalgayı ise 1960’lı yıllarla başlayan yeni yüksek teknoloji ağırlıklı hizmet sektörünün gelişim dalgası olarak niteler.

*Raymond Williams, ilk sanayi devrimini buhar gücünün kullanımıyla (1780-1840) başlatır.

*J. Baudrillard, tüketimin her zaman semboller ve göstergelerin tüketimi demek olduğunu savunmuştur.

*Çağdaş sosyolojinin son temsilcilerinden Anthony Giddens ise, sınıfın kolektif bir kaderden ziyade bireysel bir ‘biyografi’ yoluyla deneyimlenen çeşitli kaynakların bir ürünü olduğunu; bireyin sınıfla ilişkisinin üretimin yanı sıra tüketici olarak da, yaşam tarzlarında vücut bulduğunu ileri sürer.

*Émile Durkheim (1858-1917) “en temel ahlaki fikirleri temsil eden dinî motiflerin yerini alacak rasyonel dürtüler bulmalıyız” diyerek, insanların aradığı gerçek mutluluğun Tanrı sevgisi ve onun kilisesine itaatten, ulus sevgisi ve ulus-devlet disiplinine yöneltilmesini tavsiye etmekteydi.

*Göreli artı değer artışını olanaklı kılan Emeğin sermayenin gerçek tabiiyeti altına girmesini sağlayacak teknik emek süreçleridir.

*Carlo Vercellone’e göre bilişsel kapitalizmde canlı emek ile cansız emek arasındaki sanayi kapitalizmine özgü çelişki yerini, sermayenin cansız bilgisi ile emeğin ‘canlı bilgisi’ arasındaki yeni antagonizmaya bırakmıştır.

*“Mutlak artı değer” İşçilerin ücretlerini çıkaracak kadar çalıştıktan sonra, sermaye sahibi için çalıştığı süredeki üretimdir.

*Sanayi sonrası toplum kuramları, bilginin toplumun servet üreten kaynağı hâline geldiği; mal üreten ekonomiden hizmet ekonomisine geçildiği; mesleki dağılımda ağırlığın kol emeğinden profesyonel ve teknik çalışmaya kaydığı ve otomizasyon ile bilgisayarlaşmanın görüldüğü süreçler üzerinden tanımlanır.

* Taylorist üretim modeli: İşçi ve işverenin gerçek çıkarlarının aynı olduğundan hareketle; bu yolla hem işçinin istediği yüksek ücreti alabileceğini hem de işverenin üretimini düşük işgücü maliyetiyle gerçekleştirebileceğini iddia eder. Takım çalışmasına dayalı mekanik bir hat üzerinde gerçekleşen üretimde emeğin türdeşleşmesi, çalışmanın sürekliliği ve çalışanların kesin itaati, iş sürecinin temel ilkeleridir.”

*Genellikle göçmenleri, azınlık grupları kapsayan ve yedek işçi ordusunun önemli bir kısmını meydana getiren ve en kötü çalışma koşullarında çalışan kitleye Alt sınıf denir.

*Amerikan süpermarket sisteminden esinlenen Toyota sistemi, günlük üretim planları temelinde siparişler vererek ve parçaları hemen üretim bandının yanında hazır tutarak işler. Otomobilin birçok parçası otomobilin sipariş aldığı günle aynı zamanda üretilir ve sıfır stok anlayışı esastır. Taylorizm için öz yönetim, tüm başkaldırı ve düzensizlik tehlikelerinin kaynağı olarak mücadele edilmesi gereken bir şeyken, Toyotizm için işçilerin kendi kendilerine örgütlenmesi, beceriklilikleri ve yaratıcılıkları, geliştirilmesi ve kullanılması gereken bir kaynaktır









TOPLUMSAL TABAKALAŞMA VE EŞİTSİZLİK

Ünite 10: Geç Kapitalistleşme Sürecinde Türkiye’de Toplumsal Dönüşüm ve Sınıfların Oluşumu

*Karl Marks ve Weber geç kapitalistleşen toplumları incelerken • K. Marx, Asya Tipi Üretim Tarzı ve • M. Weber patrimonyalizm benzeri kavramlar geliştirmişlerdir.

*Barbar toplumlar, geleneksel toplumlar, üçüncü dünya, geri bırakılmış toplumlar, sömürge toplumlar, azgelişmiş toplumlar, gelişmekte olan toplumlar geç kapitalleşen toplumlardır

*Sanayileşmeyi kısaca doğadan elde edilen hammaddeler üzerinde işlem yapacak emek ile makinelerin bir araya gelerek insanların ihtiyacı olan yeni ürünlerin üretilmesi olarak tanımlayabiliriz.

*Ne makineler, ne hammaddeler ne de işçinin emek-gücü tek başına bir ürün açığa çıkarmaz. Bunların bir araya getirilmesi için toplumsal bir organizasyona ve bunu gerçekleştirecek bir aktör/kesime ihtiyaç duyulacaktır. Bu toplumsal organizasyon Kapitalizm bu organizasyonu harekete geçirecek sermaye ve dolayısıyla üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanı Kapitalist olarak tanımlıyoruz.

* Kapitalist sınıfların oluşumuna yapısal kaynak sağlayan artı-değer (fark); Üretim sürecinde işçinin yarattığı toplam değer ile aldığı ücret arasındaki farka artı-değerdir

*Türkiye’deki Sermaye sınıfları ve bileşenleri; - Sermaye Büyüklüğüne göre; i) Büyük sermaye (holding) ii) Küçük sermaye iii)Orta ve mikro sermayeler - Pazara Göre; i) Uluslararası sermayeler ii) Ulusal sermayeler iii)Yerel sermayeler - Sektörel Farklılık; i) Sermaye yoğun sermaye grupları ii) Emek yoğun sermaye grupları - Birikim Sürecine; Girişine Göre i) Erken birikimciler, ii) Geç birikimciler -Fonksiyonlarına Göre; i) Üretken sermaye ii) Para sermaye (banka/borsa/sigorta) iii)Ticari

*Türkiye’de ücretli işçi sınıfı ve bileşenleri; -Kürt, göçmen işçiler ve beyaz Türk işçiler - Kadın ve erkek işçiler - Kamu ve özel sektörde çalışanlar - Kayıtlı işçiler ve kayıtsız işçiler - Nitelikli, yarı nitelikli ve niteliksiz işçiler - Tarım, hizmet, sanayi işçileri

*Türkiye’deki Geleneksel, Dönüşüm Halindeki Sınıflar - Esnaf ve zanaatkârlar - Piyasayla sınırlı ilişkisi olan geçimlik tarımsal üreticiler

*Türkiye’deki sermaye sahibi ve bileşenlerini ayırmak için kullanılan kriterler Fonksiyon ve pazardır.

*Bahçeli ve Köse’nin Türkiye’de hane halkı sınıfsal yapı çalışmasında kent emekçileri, küçük burjuvazi, kırsal mülk sahipleri ve kent emekçileri 2002 verileri ve 2009 verileri göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.

*“Belki bu bilimsel incelemeler kadar yapılması önemli bir iş daha var ki, o da meselenin doğru konup formüle edilmesidir. Genellikle bilimsel araştırmalar ve metodoloji ile uğraşanların bildiği gibi, meselenin konuluşu en önemli ilk adımdır, mesele doğru konulmazsa, somut olaylar üzerinde araştırmalar ne kadar geniş ve ayrıntılı da olsa doğru sonuçlara varılamaz.”Bu söz Behice Borana aittir.

*Weber erken sanayileşen toplumların, diğer toplumlara göre değişik iç dinamikleri olduğunu ve ona göre incelenmeleri gerektiğini savunmuştur.

*Metropol ülkeler ve uydu ülkeler arasında eşitsizlik vardır. I. Metropol ülkeler uydu ülkelerin sahip oldukları ve yarattıkları zenginliğe dış ticaret kanalı ile el koymaktadır. II. Metropol ülkeler ne kadar gelişirse uydu ülkelerdeki azgelişmişlik o kadar artacaktır

*“İster ilkel, ister feodal, ister modern temel yapılarda ya da bunların değişim içindeki çeşitlenmeleri halinde olsun, her sosyal yapı, bu yapıyı meydana getiren sosyal müesseselerin (kurumların), insan ilintilerinin ve bunların karşılıklı münasebetlerinden (ilişkilerinden) doğan sosyal değerlerin birbirlerini karşılıklı olarak etkiledikleri bir bütündür” düşüncesi M.B. Kıraya aittir.

*Patrimonyalizm kavramı M. Weber e aittir.

*E. Yeldan kalkınmayı; “Uluslararası iş bölümünde daha yüksek bir konuma ulaşma ve yaşam kalitesinin yükselmesi şeklinde” tanımlanmıştır.